3 Haziran 2008 Salı

Madurum! Teknolojiye güvenmiyorum...

Günümüzde herşey teknolojik gelişmelerle doğru orantılı olarak ilerliyor. İnsanlarda bu teknolojiyi geliştirdikleri gibi ona ayak uydurmaya çalışıyorlar ama bu muhteşem buluşlar her zaman bizlerin işine yaramıyor. Hızlandıralaım derken elimizden kaçırıyoruz, kaybediyoruz, olanakları değerlendiremiyoruz. İki mekan değiştirmeyelim diye kullandığımız bilgisayarlarımız bize daha da zorlu yollar oluşturmakta ustalar.
Buna en iyi tanık ve en büyük şikayetçi yine benim. Üniversitede herşeyimizi bilgisayar aracılığıyla yapmaya başladığımızdan beri tatillerimi okulda geçirmekten kendimi kurtaramadım. Geçen dönem notlarım bilgisayara yanlış girilmişti ve sistemi değiştirmek okul yetkililerine göre hiç de kolay değildi. Şimdi de kaydedip yayınladığımı sandım yazılarım eksik ve sürekli bir yerinden hata veren bilgisayarımı tamire verdiğim gün arkadaşımdan notumla ilgili kötü haberi alıyorum. Bu yüzden bu son yazımı bazı değişikliklerle tekrar yazıyorum bir internet kafeden.

Umarım kabul edersiniz bu teknoloji kurbanının son yazısını...

Herkese iyi tatiller...

22 Mayıs 2008 Perşembe

Şimdi reklamlar...

Bir ürünün reklamlarında ne kadar en çok ürüne önem vermeliyiz? Yani bir reklamda amaç sadece ürünü tanıtmak mı? Ben bu fikre açıkçası katılmıyorum.Bir reklam izlenebilir olmalı ki ürün de o sayede insanların hafızasına kazınsın. İki işi aynı anda yapabilen bir reklam olursa işte bu başarılı bir reklam olmuş diyebiliriz. Mesela uzun bir süre yayına verilmiş bir reklamıbir süre sonra tekrar vizyona belli bölümlerini keserek ekrana getirmeyi de yanlış buluyorum.burda insanlara her ne kadar o reklamı hatırlatmaya yetecek kadar görüntü koyup fazla masraftan kaçınsalar da bu markayı yeni tanıyacak bir izleyici için etkisiz bir unsur olmakta kalır. hatta bence markayı bilen bir izleyici bile sadece ürün adını belirten bir reklamı izlemek yerine kanalı değiştirmeyi tercih eder. peki ya iyi reklam nasıldır? Eğlenceli olmalı, güldürmeli, coşturmalı, insanda tekrar izleme isteği uyandırmalı,ürünü merak ettirmeli, kısacası reklamamacına ulaşmalı...Ayrıca ne çok uzun ne de çok kısa olmalı. uzun olmamalı sonuçta bir film tadı veren reklam üst üste izleyince sıkmaya başlar. Çok kısa olmamalı çünkü kısa reklamda sadece ürün adını tanıtmakla kalırsın ki bunu zaten öğrenmek isteyen bir insan her yerden öğrenebilir. Bir reklam eğer televizyon vs.. gibi görsel alanda sergilenecek bir reklamsa bence bunun avantajları kullanılmalı.

Örneğin yıllar geçse en akılda kalan reklamlardan biri bence Banu Alkan'lı ixir reklamı. Ama Ixir şu anda yok. Reklam adına çok başarılı hatırlanıyor ama kendisi son derece başarısız bir operasyon oldu.Keşke reklamları kadar ürün de etkili olabilseydi. Çünkü tüm Türkiye o yıllar Ixir reklamlarını konuşur olmuştu. İnternet bağlantısı sağlayan bir ürün ancak bu kadar güzel pazarlanabilirdi. Malesef bu tür ürünlerin yerini ilerleyen zamanlarda adsl in alması markayı sadece reklamlarıyla hatırlanacak bir isim haline getirdi.

Yabancı yatırımcılar ve MIŞ gibi yapmanın yararları

Ülkemizde bir çok insan ülkemize gelen yabancı markaların yurtdışındaki yapılarını,fiyat politikalarını ve imajlarını bilmiyor.Yabancı firmalarda hem ülkemizin ekonomik yapısından hem de insanlarımızn bilinçli olmamasından faydalanarak fiyatlarını ve imajlarını bu doğrultuda yükseltiyorlar. Tıpkı Marks&Spencer, GAP and Starbucks gibi.Biz bu konumuzu Starbucks adı altında örneklendirelim. O da bunu yapan yabancı yatırımcılardan birisi. Ülkemize ilk geldiğinde TC.’nin en büyük şehrinde yani sadece İstanbul’da açılmıştı ve ülkenin diğer şehirlerinde çok tanınmıyordu ama duyan ve bilenlerin anlatmalarıyla Starbucks imajı kafalarda şekilleniyordu. Neydi, nasıldı bu imaj? İlk önce çoğu insanın erişilmez,kolay kolay gidilemezmiş gibi algılamasını sağladı Starbucks. Bir süre de bunu korudu.Bu koruma süresinde kendini güçlü göstereyim derken halkın sadece üst sınıfına hitap eder oldu. Daha sonra insanlar gözlerini karartıp bir kerede olsa gidelim diyerek gittiler ve abartılmaması gerektiğini gördüler. Eş zamanlı olarak Starbucks’ın birbirine yakın yerlerde şubelerini çoğaltması insanların daha günlük bir mekan gibi algılamaya başlamalarını sağlattı. Böylece Türkiye pazarına ilk girdiği zamandaki imajını kendi eliyle yıktı. Başka bir açıdan bakarsak, önce pazarın kaymağını yedi şimdi de özüne döndü… Ama fazla uçlara gitmemek koşuluyla –mış gibi yapmanın ne kadar karlı bir hareket olduğunu da gösterdi.

17 Mayıs 2008 Cumartesi

BAŞARIYA DAVET EDEN REKLAMLAR


Son zamanlarda bazı markaları, tüketiciyi başarıya davet eden öykülemeleri, insanların ulaşmayı hedefledikleri hayallerine sahip çıkması gerektiğini vurgulayan mesajları ve tüm bunları yaparken klasik ünlü kullanımını daha da samimileştiren kurgularıyla izlemeye başladık. Kendi alanlarında zirveye oturmuş ünlülerin başarı hikayelerini bizzat kendilerinden dinliyoruz. Bir başkası onlar için konuşmuyor. Sadece reklamın sonunda marka kendi sloganını damgalıyor ve tabi herkesi başarıya davet ediyor. “Onlar yaptı, sen de yapabilirsin. Tek ihtiyacın olan kendine inanman ve hayallerine sahip çıkmandır.” Diyor.
Bu reklamların öncüsü ve hatta kampanyalaşma anlamında en başarılısı; Adidas. Dünya genelinde bilindik, çeşitli branşlarda başarılı sporcuları bir kampanyada kurguluyor. Hepsinin geçmişinde yaşadığı zorlukları kendi ağızlarından, ekrana karikatürize ettikleri görsel sunumla anlattırıyor. Kampanyanın bir de web sitesi mevcut ve devamlı başka bir sporcu kampanyaya dahil ediliyor. Şimdilik aşağıdaki isimlerin videolarını izleyip, hikayelerine şahit oluyoruz. Adidas ise sloganına sahip çıkmayı yine başarıyor. ( Impossible is Nothing )
David Beckham
Lionel Messi
Yelena Isinbayeva
Gilbert Arenas
Allyson Felix
Jeremy Wariner
Jonah Lomu
Saint Margaret’s
Everest Boys
Sachin Tendulkar
Benzer kurguda reklam kampanyası başlatan diğer bir marka ise; Nike. Yine vazgeçemediği sporcu Ronaldinho ile çalışıyor. Yetenekleriyle yeteri kadar gizem ve üne sahip böyle bir futbolcunun aklından geçenleri, kendini olan güvenini ve aslında futbol sahasında tüm yaşadıklarını kendi ağzından dinliyoruz. Tüm gözlerin onu izlediğinin farkında olan futbolcu, herkesi farklı yöne baktırıyorum diyerek, izleyiciyi başarıya davet ediyor.

16 Mayıs 2008 Cuma

Kıran kırana pazarlama yarışı semt pazarlarında

Kültürümüzde pazarın yeri yadırganamayacak kadar büyüktür. Birçok aile, meyve sebze alışverişi için manavdan ziyade hala pazarı tercih ediyor. Gerek tazelik, gerekse de fiyat avantajından dolayı her daim kalabalık olan pazarlar da kıran kırana bir pazarlama savaşı yaşanıyor. Onlarca domates içersinden, kendi domatesini satabilmek için avazı çıktığı kadar bağıranlar, fiyat etiketlerinin üstüne "Pazar güzeli", "En kralı burada" gibi sloganlar ekleyenler, ürününü tadmak helaldir diye tattıranlar... Hepsinin amacı kasalarına biraz daha fazla para koyabilmek. Kimi daha çocuk yaşta, kimiyse teyze, amca. Ancak hepsi adeta pazarlama konusunda uzman. Hemde bugüne kadar pazarlama hakkında tek bir kitap okumamalarına, tek bir ders gormemelerine rağmen. Demek ki hayat sartları bazen insana çok farklı şeyler öğretebiliyor.

Ekonomi üniversitesi öğrencilerinin olmazsa olmaz dert konusu: HELP DESK


Okulumuz kendini pazarlarken kullandığı herkese bir diz üstü bilgisayar fikrini kullanarak çok ilgi çekmişti ama bu güzel, kaliteli,teknolojiye önem veren okul imajı her öğrencinin istisnasız bilgisayarlarıyla sorun yaşamaya başlamasıyla sona erdi.

İlk üçe giren sorunlar:

1-Şarj aletim bozuldu.

2-Bilgisayarımın pili 2 dk.bile dayanmıyor.

3-Bilgisayarım çok çabuk ve gereğinden fazla ısınıyor, ısınmakla kalmayıp birde bana bağırmaya başlıyor. :)


Bunları gördüğü halde öğrencilere işkence yapmaktan zevk alan HELP DESK çalışanları en az üç kere aynı sorunla gitmeden sorununuzu tam olarak çözmüyorlar. Tabi bunun çeşitli nedenleri vardır buna eminiz ama okulumuzun bilgisayar firması ve kendine pay çıkartmak yerine bizi desteklemesi gerekir diye düşünüyorum. Gerçi olayları kendilerine çevirme konusunda başarılılar. Mesela, bilgisayarını okulda tamir ettirmeye kalksan 3 haftadan önce geri gelmiyor tabi bu arada ödevler, bilgisayar ihtiyacı hiç bitmiyor.Bu ihtiyaç yüzünden başka bir yerde tamire versen garantisi iptal oluyor. Hadi sabrettin bekledin ama sonucun garanti olmaması ihtimali hatta bu ihtimalin gerçeğe dönüşmesi daha da acı. Bu yüzden okulumuzun kendini pazarlarken kullandığı yöntemlerin gerçekliğini korumasını, öğrenci odaklı çalışmalarını istiyorum. Her açıdan bir ticarethane gibi değil, bir eğitim kurumu gibi çalışması hem bizim daha çok faydalanmamızı hem de okul hakkındaki fikirlerimizi kötü yönde değiştirmemesini sağlar.

Teşekkürler…

HANİ SÜPERDİK CAN????


Turkcell’in reklam kampanyaları bana hala ilginç gelmeye devam ediyor. Aynı anda yayınlanan reklamlar arasında bu kadar kalite farkı olması gerçekten ilginç bir durum. Bir bebek, bir adam arabanın içinde ve izleyenler olarak bu kişinin çocuğun babası olduğunu düşünüyoruz. ‘Süperiz dimi Can?’ derken ufaklıkta beliren bir surat ifadesi ve ardından gelen ‘Hani süperdik Can?’ cümlesi ve çocuk bezi değiştirmeyi bilmeyen ve tarifini almak üzere telefonuna sarılan bir adam var karşımızda. Çekmeyen bir telefon, bir anda beliren Cellocan’lar ve aralarında da Erol Evgin. Turkcell olmadan hayatın çekilmez olacağını belirten şarkılarıyla. Erol Evgin genelde sempatikliğiyle sevilen bir sanatçıdır. Reklamdaki bebeğimizde öyle. Ne gibi bir konsept yaratılmaya çalışılmış bilmiyorum ama izlerken insanda hiç bir duygu uyandırmayan bir reklam.
Buna karşın Turkcell'in eş zamanlı yayında olan iştecell ve kampuscell reklamları kelimenin tam anlamıyla mükemmel.
Sarp Apak’ın İştecell reklamındaki performansına diyecek söz bulamıyorum. Patronlarımız her zaman tasarruf yapma çabasındadırlar. Bu çabalarını bazen fazlaca abartırlar. Reklamda da bu konu çok sempatik bir biçimde işlenmiş. Çaldır kapat mantalitesi her izlediğimizde tebessümden fazla bir etki yaratıyor. Kampuscell reklamıda aynı başarı seviyesini yakalamış, dikkat çekici ve etkileyici. Yaş seviyesini vurgulanma biçimi çok yaratıcı.
Turkcell markette belli bir yer edinmiş bir firma olarak ya en iyisini yapmalı ya da hiç yapmamalı. Daha önceki kapsama alanı reklamında belirttiğim gibi hiçbir duygu uyandırmayan hatta olumsuz düşünce yaratan reklamlar ,en azından zamanla firmaya olan bakış açımızı değiştirebilecek güçte olmamalılar.