3 Haziran 2008 Salı

Madurum! Teknolojiye güvenmiyorum...

Günümüzde herşey teknolojik gelişmelerle doğru orantılı olarak ilerliyor. İnsanlarda bu teknolojiyi geliştirdikleri gibi ona ayak uydurmaya çalışıyorlar ama bu muhteşem buluşlar her zaman bizlerin işine yaramıyor. Hızlandıralaım derken elimizden kaçırıyoruz, kaybediyoruz, olanakları değerlendiremiyoruz. İki mekan değiştirmeyelim diye kullandığımız bilgisayarlarımız bize daha da zorlu yollar oluşturmakta ustalar.
Buna en iyi tanık ve en büyük şikayetçi yine benim. Üniversitede herşeyimizi bilgisayar aracılığıyla yapmaya başladığımızdan beri tatillerimi okulda geçirmekten kendimi kurtaramadım. Geçen dönem notlarım bilgisayara yanlış girilmişti ve sistemi değiştirmek okul yetkililerine göre hiç de kolay değildi. Şimdi de kaydedip yayınladığımı sandım yazılarım eksik ve sürekli bir yerinden hata veren bilgisayarımı tamire verdiğim gün arkadaşımdan notumla ilgili kötü haberi alıyorum. Bu yüzden bu son yazımı bazı değişikliklerle tekrar yazıyorum bir internet kafeden.

Umarım kabul edersiniz bu teknoloji kurbanının son yazısını...

Herkese iyi tatiller...

22 Mayıs 2008 Perşembe

Şimdi reklamlar...

Bir ürünün reklamlarında ne kadar en çok ürüne önem vermeliyiz? Yani bir reklamda amaç sadece ürünü tanıtmak mı? Ben bu fikre açıkçası katılmıyorum.Bir reklam izlenebilir olmalı ki ürün de o sayede insanların hafızasına kazınsın. İki işi aynı anda yapabilen bir reklam olursa işte bu başarılı bir reklam olmuş diyebiliriz. Mesela uzun bir süre yayına verilmiş bir reklamıbir süre sonra tekrar vizyona belli bölümlerini keserek ekrana getirmeyi de yanlış buluyorum.burda insanlara her ne kadar o reklamı hatırlatmaya yetecek kadar görüntü koyup fazla masraftan kaçınsalar da bu markayı yeni tanıyacak bir izleyici için etkisiz bir unsur olmakta kalır. hatta bence markayı bilen bir izleyici bile sadece ürün adını belirten bir reklamı izlemek yerine kanalı değiştirmeyi tercih eder. peki ya iyi reklam nasıldır? Eğlenceli olmalı, güldürmeli, coşturmalı, insanda tekrar izleme isteği uyandırmalı,ürünü merak ettirmeli, kısacası reklamamacına ulaşmalı...Ayrıca ne çok uzun ne de çok kısa olmalı. uzun olmamalı sonuçta bir film tadı veren reklam üst üste izleyince sıkmaya başlar. Çok kısa olmamalı çünkü kısa reklamda sadece ürün adını tanıtmakla kalırsın ki bunu zaten öğrenmek isteyen bir insan her yerden öğrenebilir. Bir reklam eğer televizyon vs.. gibi görsel alanda sergilenecek bir reklamsa bence bunun avantajları kullanılmalı.

Örneğin yıllar geçse en akılda kalan reklamlardan biri bence Banu Alkan'lı ixir reklamı. Ama Ixir şu anda yok. Reklam adına çok başarılı hatırlanıyor ama kendisi son derece başarısız bir operasyon oldu.Keşke reklamları kadar ürün de etkili olabilseydi. Çünkü tüm Türkiye o yıllar Ixir reklamlarını konuşur olmuştu. İnternet bağlantısı sağlayan bir ürün ancak bu kadar güzel pazarlanabilirdi. Malesef bu tür ürünlerin yerini ilerleyen zamanlarda adsl in alması markayı sadece reklamlarıyla hatırlanacak bir isim haline getirdi.

Yabancı yatırımcılar ve MIŞ gibi yapmanın yararları

Ülkemizde bir çok insan ülkemize gelen yabancı markaların yurtdışındaki yapılarını,fiyat politikalarını ve imajlarını bilmiyor.Yabancı firmalarda hem ülkemizin ekonomik yapısından hem de insanlarımızn bilinçli olmamasından faydalanarak fiyatlarını ve imajlarını bu doğrultuda yükseltiyorlar. Tıpkı Marks&Spencer, GAP and Starbucks gibi.Biz bu konumuzu Starbucks adı altında örneklendirelim. O da bunu yapan yabancı yatırımcılardan birisi. Ülkemize ilk geldiğinde TC.’nin en büyük şehrinde yani sadece İstanbul’da açılmıştı ve ülkenin diğer şehirlerinde çok tanınmıyordu ama duyan ve bilenlerin anlatmalarıyla Starbucks imajı kafalarda şekilleniyordu. Neydi, nasıldı bu imaj? İlk önce çoğu insanın erişilmez,kolay kolay gidilemezmiş gibi algılamasını sağladı Starbucks. Bir süre de bunu korudu.Bu koruma süresinde kendini güçlü göstereyim derken halkın sadece üst sınıfına hitap eder oldu. Daha sonra insanlar gözlerini karartıp bir kerede olsa gidelim diyerek gittiler ve abartılmaması gerektiğini gördüler. Eş zamanlı olarak Starbucks’ın birbirine yakın yerlerde şubelerini çoğaltması insanların daha günlük bir mekan gibi algılamaya başlamalarını sağlattı. Böylece Türkiye pazarına ilk girdiği zamandaki imajını kendi eliyle yıktı. Başka bir açıdan bakarsak, önce pazarın kaymağını yedi şimdi de özüne döndü… Ama fazla uçlara gitmemek koşuluyla –mış gibi yapmanın ne kadar karlı bir hareket olduğunu da gösterdi.

17 Mayıs 2008 Cumartesi

BAŞARIYA DAVET EDEN REKLAMLAR


Son zamanlarda bazı markaları, tüketiciyi başarıya davet eden öykülemeleri, insanların ulaşmayı hedefledikleri hayallerine sahip çıkması gerektiğini vurgulayan mesajları ve tüm bunları yaparken klasik ünlü kullanımını daha da samimileştiren kurgularıyla izlemeye başladık. Kendi alanlarında zirveye oturmuş ünlülerin başarı hikayelerini bizzat kendilerinden dinliyoruz. Bir başkası onlar için konuşmuyor. Sadece reklamın sonunda marka kendi sloganını damgalıyor ve tabi herkesi başarıya davet ediyor. “Onlar yaptı, sen de yapabilirsin. Tek ihtiyacın olan kendine inanman ve hayallerine sahip çıkmandır.” Diyor.
Bu reklamların öncüsü ve hatta kampanyalaşma anlamında en başarılısı; Adidas. Dünya genelinde bilindik, çeşitli branşlarda başarılı sporcuları bir kampanyada kurguluyor. Hepsinin geçmişinde yaşadığı zorlukları kendi ağızlarından, ekrana karikatürize ettikleri görsel sunumla anlattırıyor. Kampanyanın bir de web sitesi mevcut ve devamlı başka bir sporcu kampanyaya dahil ediliyor. Şimdilik aşağıdaki isimlerin videolarını izleyip, hikayelerine şahit oluyoruz. Adidas ise sloganına sahip çıkmayı yine başarıyor. ( Impossible is Nothing )
David Beckham
Lionel Messi
Yelena Isinbayeva
Gilbert Arenas
Allyson Felix
Jeremy Wariner
Jonah Lomu
Saint Margaret’s
Everest Boys
Sachin Tendulkar
Benzer kurguda reklam kampanyası başlatan diğer bir marka ise; Nike. Yine vazgeçemediği sporcu Ronaldinho ile çalışıyor. Yetenekleriyle yeteri kadar gizem ve üne sahip böyle bir futbolcunun aklından geçenleri, kendini olan güvenini ve aslında futbol sahasında tüm yaşadıklarını kendi ağzından dinliyoruz. Tüm gözlerin onu izlediğinin farkında olan futbolcu, herkesi farklı yöne baktırıyorum diyerek, izleyiciyi başarıya davet ediyor.

16 Mayıs 2008 Cuma

Kıran kırana pazarlama yarışı semt pazarlarında

Kültürümüzde pazarın yeri yadırganamayacak kadar büyüktür. Birçok aile, meyve sebze alışverişi için manavdan ziyade hala pazarı tercih ediyor. Gerek tazelik, gerekse de fiyat avantajından dolayı her daim kalabalık olan pazarlar da kıran kırana bir pazarlama savaşı yaşanıyor. Onlarca domates içersinden, kendi domatesini satabilmek için avazı çıktığı kadar bağıranlar, fiyat etiketlerinin üstüne "Pazar güzeli", "En kralı burada" gibi sloganlar ekleyenler, ürününü tadmak helaldir diye tattıranlar... Hepsinin amacı kasalarına biraz daha fazla para koyabilmek. Kimi daha çocuk yaşta, kimiyse teyze, amca. Ancak hepsi adeta pazarlama konusunda uzman. Hemde bugüne kadar pazarlama hakkında tek bir kitap okumamalarına, tek bir ders gormemelerine rağmen. Demek ki hayat sartları bazen insana çok farklı şeyler öğretebiliyor.

Ekonomi üniversitesi öğrencilerinin olmazsa olmaz dert konusu: HELP DESK


Okulumuz kendini pazarlarken kullandığı herkese bir diz üstü bilgisayar fikrini kullanarak çok ilgi çekmişti ama bu güzel, kaliteli,teknolojiye önem veren okul imajı her öğrencinin istisnasız bilgisayarlarıyla sorun yaşamaya başlamasıyla sona erdi.

İlk üçe giren sorunlar:

1-Şarj aletim bozuldu.

2-Bilgisayarımın pili 2 dk.bile dayanmıyor.

3-Bilgisayarım çok çabuk ve gereğinden fazla ısınıyor, ısınmakla kalmayıp birde bana bağırmaya başlıyor. :)


Bunları gördüğü halde öğrencilere işkence yapmaktan zevk alan HELP DESK çalışanları en az üç kere aynı sorunla gitmeden sorununuzu tam olarak çözmüyorlar. Tabi bunun çeşitli nedenleri vardır buna eminiz ama okulumuzun bilgisayar firması ve kendine pay çıkartmak yerine bizi desteklemesi gerekir diye düşünüyorum. Gerçi olayları kendilerine çevirme konusunda başarılılar. Mesela, bilgisayarını okulda tamir ettirmeye kalksan 3 haftadan önce geri gelmiyor tabi bu arada ödevler, bilgisayar ihtiyacı hiç bitmiyor.Bu ihtiyaç yüzünden başka bir yerde tamire versen garantisi iptal oluyor. Hadi sabrettin bekledin ama sonucun garanti olmaması ihtimali hatta bu ihtimalin gerçeğe dönüşmesi daha da acı. Bu yüzden okulumuzun kendini pazarlarken kullandığı yöntemlerin gerçekliğini korumasını, öğrenci odaklı çalışmalarını istiyorum. Her açıdan bir ticarethane gibi değil, bir eğitim kurumu gibi çalışması hem bizim daha çok faydalanmamızı hem de okul hakkındaki fikirlerimizi kötü yönde değiştirmemesini sağlar.

Teşekkürler…

HANİ SÜPERDİK CAN????


Turkcell’in reklam kampanyaları bana hala ilginç gelmeye devam ediyor. Aynı anda yayınlanan reklamlar arasında bu kadar kalite farkı olması gerçekten ilginç bir durum. Bir bebek, bir adam arabanın içinde ve izleyenler olarak bu kişinin çocuğun babası olduğunu düşünüyoruz. ‘Süperiz dimi Can?’ derken ufaklıkta beliren bir surat ifadesi ve ardından gelen ‘Hani süperdik Can?’ cümlesi ve çocuk bezi değiştirmeyi bilmeyen ve tarifini almak üzere telefonuna sarılan bir adam var karşımızda. Çekmeyen bir telefon, bir anda beliren Cellocan’lar ve aralarında da Erol Evgin. Turkcell olmadan hayatın çekilmez olacağını belirten şarkılarıyla. Erol Evgin genelde sempatikliğiyle sevilen bir sanatçıdır. Reklamdaki bebeğimizde öyle. Ne gibi bir konsept yaratılmaya çalışılmış bilmiyorum ama izlerken insanda hiç bir duygu uyandırmayan bir reklam.
Buna karşın Turkcell'in eş zamanlı yayında olan iştecell ve kampuscell reklamları kelimenin tam anlamıyla mükemmel.
Sarp Apak’ın İştecell reklamındaki performansına diyecek söz bulamıyorum. Patronlarımız her zaman tasarruf yapma çabasındadırlar. Bu çabalarını bazen fazlaca abartırlar. Reklamda da bu konu çok sempatik bir biçimde işlenmiş. Çaldır kapat mantalitesi her izlediğimizde tebessümden fazla bir etki yaratıyor. Kampuscell reklamıda aynı başarı seviyesini yakalamış, dikkat çekici ve etkileyici. Yaş seviyesini vurgulanma biçimi çok yaratıcı.
Turkcell markette belli bir yer edinmiş bir firma olarak ya en iyisini yapmalı ya da hiç yapmamalı. Daha önceki kapsama alanı reklamında belirttiğim gibi hiçbir duygu uyandırmayan hatta olumsuz düşünce yaratan reklamlar ,en azından zamanla firmaya olan bakış açımızı değiştirebilecek güçte olmamalılar.

15 Mayıs 2008 Perşembe

Domino's Pizza'dan yeni spam yöntemi

Herşey çokta hoşlanmama rağmen alternatifsizlikten evimin yakınında ki Domino's Pizza'dan ilk kez sipariş vermemle başladı. Telefonda ki görevli müşteri kaydı için önce ismimi ve ev telefonumu, sonra da detaylarıyla adresimi aldı. Evime pizzamın ulaşması için bunlar normal detaylardı. Sipariş faslından sonra beklenen pizza geldi. Yine çok büyük keyif alamadan yemeğimi yedim ve bir daha oradan sipariş vermeme kararımı yineledim. Olaydan yaklaşık bir ay sonra eve geldiğimde posta kutumda Domino's Pizza'dan adıma gönderilmiş bir mektup buldum. İçini açtığımda onları uzun zamandır aramadığımı, bu yüzden çok üzüldüklerini belirten bir karikatür, neden sipariş vermediğime dair bir anket formu ve promosyon fişleri çıktı. Müşteri görüşünü önemsemeleri adına iyi bir taktik diyerek çöpe attım. Aradan 15 gune yakın zaman geçti. Domino's'tan yeni bir mektup posta kutumda belirdi. Bu sefer televizyonlarda da bol bol gördüğümüz 30 dakika da siparişiniz kapınızda temalı reklamın koca bir sayfaya basılmış hali. Yeni promoson fişleri de tabiki de beraberinde. Spam maillara alışmıştım, hatta sırf spamlerden korunmak için yanıltıcı e-mail adresleri bile almıştım ancak mektup yoluyla spamden korunmak için ne yapmam gerektiğine henüz karar veremedim. Bir çok firma faturalarını doğayı korumak adına elektronik ortama aktarırken, Dominos'un bu ısrarcını tüketici olarak etik bulmuyorum. Korkum o ki, yakında sabahtan arayıp, "eğer akşama yemek yapmadıysanız size pizza getirmek istiyoruz" demeleri.

Ergonomik ürün

Son olarak taktığım kelime ergonomik! hem bellona yatak reklamında hem de siemens in son teknoloji buzdolabında rastladım bu kelimeye. Acaba herkes biliyor mu bakalım bu kelimeyi derken siemens reklamındaki balık 5 snlik hafızası da olsa insanları bilgilendirmek için güzel bir soru sordu ve dedi ki:

-Acaba ergonomik ne demek?

Burda reklam senaristi çok iyi düşünmüş.Hem ergonomik in açıklamasını yapıyor hem de siemens buzdolabının ergonomik bir ürün olduğunu ve görsel olarak nasıl ergonomik olduğunu sergiliyor. Ergonomik kullanışlı, kullanımı kolay demek olduğunu 'en çok hangi yiyecek çeşidini kullanıyorsanız onun buzdolabında bulunduğu bölgeyi kendiniz istediğiniz gibi ayarlayabilme özelliği var' diyerek anlatıp, gösteriyor. Daha sonra ürünün diğer özelliklerine devam ediyor daha çok taze tutabilmesi gibi..Ayrıca reklamın daha da ilgi çekmesini sağlamak için herkesin ağzından düşmeyen bir söz eğlenceli hale getirilmiş.reklamın oyuncu balığı ''siemens buzdolabından babam çıksa yerim'' derken , ev sahibimiz buzdolabından büyük bir balık çıkartıyor ve bunu gören küçük balığımız ''aa babaa'' diyor.O anda her ne kadar balığın sözleri ergonomik teriminden daha çok ilgimi çekse de öğreticiliğini de takdir ediyorum. Hem ürünü tanıtıp , hem ergonomik'i anlatıp, hem de reklamı üst üste izletmeyi,izlerken sıkmamayı başaranlardan birisi siemens reklamı diyebiliriz..

Asla daha azıyla yetinme 'Magnum' ye...


Algida Magnum aldı başını gidiyor. Algida dondurma yelpazesinin en şaşalı dondurması magnumun diğer ürünlerine nazaran müşterinin gözünde ve damağında yeri ayrıdır.

Türkiye’de ilk olarak 1994 yılında tüketiciyle buluşan Magnum, özellikle yetişkinler için satışa sunulan ilk çubuklu dondurma oldu.
Bugün Magnum, yılda 1 milyara yakın satış yapan, dünyanın önde gelen dondurma markalarından biri. Magnum Classic, Magnum Badem ise Magnum’un en büyük başarıları arasında yer alıyor.

Tabi bu başarılarının da fiyata yansımasınıyelpazenin en pahalı dondurması olmasından da görebiliyoruz.Peki değmez mi? Tabiiki de değer.Satıldığı fiyatın hakkını veren bir dondurma Magnum. Kaplamasındaki farklı çikolatası ve içindeki Sütlü dondurmasıyla rakiplerine tahtında pek de yol verecek gibi gözükmüyor. Ayrıca Magnum bir farklılık daha ekleyerek daha fazla müşteri kitlesine hitab etmeye başladı Magnum Light' ı çıkararak. Çünkü diyet yapan insanlar çikolatanın kalorili olduğunu bilirler ama sütlü tatlının en hafif tatlı olduğunu düşünerek ayrıca %33 daha az yağ oranını gören diyetteki bir müşteri hiç vakit kaybetmeden ağzının tadını yerine getirmek isteyecektir.


Magnum bununla da kalmadı. Müşterinin ağzında dolanan fikri aldı ve uygulamaya koydu. Sonucunda magnum çikolata ile çikolata
sektörüne girdi. Dondurma sektöründeki başarılarıyla birlikte çikolata sektörüne de girmesi magnumu algidadan ayrı bir marka haline getirdi. eskiden magnum deyince algidanın bir dondurması aklımıza gelirken şimdi ise hem çikolatası hem de dondurmasıyla aklımıza getireceğiz.
Çikolataların fiyatları konusunda ise pek olumlu bakıyorum diyemem. Çünkü parmak kadar çikolatayı 2 milyon ytl ye satmaları çok da memnun edici bir durum değil. Magnum çikolatası diye düşünürsek, pahalı olmasını bekleriz ama okadar küçük bir şey için 2 ytl vermek isteyen insan çok nadirdir. sonuçta dondurması yelpazede en pahalı ürün olmasına rağmen uçuk bir rakam değil. Ve yine de prestijli bir ürün olarak akıllarda kalıyor. bunu düşününce peki neden çikolatada böyle bir tavır sergiledi? bence daha makul bir fiyatla satış yaparsa başta ben olarak çikolata sever müşteri kitlesini azaltmamış olur..


EN SESSİZ!!!




Televizyonda bu aralar Rowenta Silence Force reklamını izlemekteyiz. Süpürge yerine kedinin dilinden çıkan hışırtıyı duyuyoruz.Ve reklamın sonunda firmanın sloganı izleyiciyi etkilemek adına dikkat çekici. İnsan ister istemez merak ediyor. Bu merakımı gidermek adına internetten makinelerin özelliklerine bakmaya karar verdim.Silence Force 66 desibel ses çıkarıyor. Standart elektrik süpürgelerinden tam altı kat daha az ses çıkarıyor ve böylelikle 'en sessiz 'ünvanınıda hak ediyor.Diğer en sessiz makinelerin ses seviyeleri ise en az 70-80 desibel civarında.Geçenlerde de birçoğunu denedikten sonra, Rowenta Silence Force’u da süpürge filomuza kattık. Reklamdaki abartılı sessizlik Silence Force dahil henüz hiçbir makinede olmasada gerçekten etkileyici olduğunu kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Evinizi süpürürken çıkan sesten bunalmayacağınızı garanti edebilirim. Silence Force kadar göz önünde olmasada Philips’in yeni ürünlerinin aynı kalitede olduğunu söyleyebilirim. Philips Marathon’dan çıkan 78 desibellik ses kesinlikle çok fazla değil. Böyle olmasına rağmen herhangi bir pazarlama stratejisinde bulunmamaları ilginç geliyor. Hatta baktığımızda malzeme kalitesinin Rowenta’ya göre daha iyi olduğunu bile söyleyebilirim. Birçok markayı denememize, hatta bu markaların pazarda isim yapmış markalar olmasına rağmen aradığImız kaliteyi bir türlü yakalayamamıştık. Birçok kişinin de bizimle aynı sorunu yaşadığını düşünmekteyim. Yıllardır evimizde en çok değişen alet ünvanını kimseye kaptırmayan elektrik süpürgesi belki bu konumunu bir başkasınarakır.

BİRAZDA BİZDEN...


Mc Donald’s bilindiği üzere dünyanın en büyük restoran zinciri. Bugün 100’den fazla ülkede 30000’den fazla restoran ve 1,5 milyon çalışanıyla hizmet veren, tam anlamıyla dev bir şirket. Hatta öyle bir şirket ki Hamburger Ünivesitesi bile kurmuşlar, yaptığım araştırmalara göre 1990 yılında bu üniversitenin mezun ettiği öğrenci sayısı tam olarak 40000, 2008 yılındaki rakam muhtemelen 50000 civarında. Mc Donald’s deyince herkesin aklına ilk gelen şey muhtemelen Big Mac, bu ürün 1968 yılından bu yana Mc Donald’s restoranlarının menüsünde bulunuyor, kısacası epey eski. Big Mac öyle bir marka olmuş ki, reklama hiç ihtiyacı yok tam tersine artık Mc Donald’s Big Mac’i pek önemsemiyor ki, kendi reklamlarında hep Big Mac yiyorsunuz birazda Quarter Pounder, Mc Nuggets, Mc Turco, Double Cheeseburger yeyin diyor.

Değinmek istediğim konu da burada başlıyor, son günlerde televizyonlarda Mc Donald’s reklamları geziniyor. Reklamlar şöyle; Quarter Pounder nedir?
a-Bir futbolcu
b-Mc Donald’s ın enfes lezzetlerinden sadece biri.
c-vs
d-vs

Sonra ise reklam şöyle ilerliyor, Quarter Pounder nedir biliyorsunuz ama hep Big Mac yiyorsunuz, biz de lezzetliyiz, bizde doyurucuyuz biraz da bizden yiyin. Bu nasıl bir pazarlama stratejisidir soruyorum kendi kendime? Evet Mc Donald’s Big Mac olmasa ne durumda olur bilinmez diğer ürünlerini de ön plana çıkarmak istiyorlar ama bu şekilde olmaz ki bu, dünyada hangi şirket kendi ürünü için resmen tüketmeyin, almayın gibi mesajlar verebilir ki? Benim bu reklamdan anladığım Big Mac almayın oluyor.Böyle bir reklamla karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim ve her izlediğimde de vah diyorum Mc Donald’s a. Aslında şu açıdan düşünecek olursak biraz mantıklı gelebilir, sonuçta Big Mac 1968 yılından beri ön plandaki ürün ama zamanla Burger King ‘in Whopper’ı gibi kuvvetli rakipler kazandı ve muhtemelen “life cycle”ını doldurmuş bir ürün, tıpkı fiil haline gelmiş vim ürününün kaldırılması gibi. Benim görüşüme göre yaptıkları strateji fazlasıyla riskli, ve reklamların yayınlanma sıklığından da anlaşılacağı gibi bu riski almakta hiç tereddüt etmemiş Mc Donald’s. Ortaya çıkabilecek sonuçlar ise muhtemelen şunlar; ya Big Mac’e olan talep bir miktar azalırken istedikleri gibi diğer ürünlere olan talep artacak yada Big Mac’e olan talep azalacak ve diğer ürünlerde değişiklik olmayacak. Kısacası keşke daha risksiz bir pazarlama stratejisi uygulasalardı da Burger King karşısında zar zor ayakta duran Mc Donald’s hedeflerine kolayca ulaşabilseydi…

12 Mayıs 2008 Pazartesi

AŞKIMLA ERİR MİSİN?

Yaz geliyor,dondurmalarımız yavaş yavaş kendini göstermeye başladı.Algida’yı da unutmamak lazım tabi.. Ne yalan söyleyeyim "dondurma" denince aklıma,ev yapımı dondurmalardan önce,beni "aşkıyla eriten" Cornetto geliyor.Çok yakınımızda bir market var,herkesten önce sezonu mutlaka o açar,her sene de Algida en yeni "model"leriyle ilk onda satılmaya başlar.Resmen bekliyorum o buzdolabı çalışmaya başlasın,tepesine fiyat listesi asılsın diye…Buzdolabı fişe takıldığı anda ben her sene olduğu gibi bu sene de dolabın basına dikilicem. Denemediğim tek bir çeşit kaldı mı bilmiyorum,ama Cornetto benim için gelmiş geçmiş en güzel tada sahip dondurma.Geçmişten bu yana,Algida’nın da Cornetto’nun da logosu değişti,ambalajları değişti,daha parlak daha cafcaflı hale geldi,bir de kendine güzel bir slogan edindi..Tam benim gibi Cornetto fanatiklerine yönelik.. "Aşkımla erir misin?"…

11 Mayıs 2008 Pazar

CEM YILMAZ'IN OPET REKLAMLARI


Eminim aklınızda çok değil bir süre önce yayınlanmakta olan Cem Yılmaz’ın OPET reklamları kalmıştır. Çünkü eminimki bir çok insanı gülmekten kırıp geçirmeye yetecek kapasitede reklamlardı. Relamlar seri halinde toplam beş bölümden oluşmaktadır.
Benim en çok güldüğüm bölümü; kahramanlarımız Mike ve Gitt’in, kendilerine gelen yeni görev için Çin´e gittikleri bölümdü. Bu sefer görevleri, Mike´ın üstün hizmetlerinden dolayı yapılması kararlaştırılan oyuncağı için Çin´e gidip kalıbını aldırmaktı...
Opet gayet başarılı bir şekilde reklam kampanyalarında farklılaşarak marka bilinirliğini arttırırken ürün tanıtımını da gayet iyi bir şekilde yapıyor. Bakalım bundan sonraki maceralarda Mike ve Gitt i ne şekilde karşımızda göreceğiz sabırsızlıkla bekliyoruz. Cem yılmaz'ada reklamdaki rahatlığı ve başarısı açısından tekrar hayran kaldığımı söylemeden edemiyeceğim:)

4 Mayıs 2008 Pazar

Ülker ve taklit çikolataları

Ülker, gıda sektöründe 1944 yılından beri var olan köklü bir firma. Gerek bisküvi, gerek çikolata denilince akla gelen ilk isimlerden olduğu şüphesiz. Son yıllar da farklı gıda sektörlerine giriş yapsa da, en yüksek bilinirlik ve tercih edilirlik seviyesi çikolata sektöründe. Ürün çeşitliliğine baktığımızda, klasik sütlü, bitter, fındıklı, gofret gibi çeşitlerin yanında bir de Alpella markası altında ürettiği ürünler var. Ne yazık ki Alpella markası altında ki ürünler genelde ünlü yabancı çikolataların taklidi olmaktan öteye geçemiyor. Örnek vermek gerekirse, Milka M-Joy, kabarık dikdörtgen şekli ve içinde bütün fıstık/fındık/badem bulundurmasıyla tercih edildi. Bu durumun ardından Ülker, Alpella Rio'yu çıkarttı. Gerek şekil olsun, gerek içinde ki malzemenin bütünlüğü olsun birebir aynı. Hatta paketi bile aynı renk ve M-Joy'la kolayca karıştırılabilecek nitelikte. Daha küçük çaplı firmaların yapması bir derece anlaşılabilinirken, Ülker gibi bir markanın artık kendi özgün ürünlerini üretmesi gerektiğine inanan birisi olarak, bu tarz pazarlama tekniklerinin de etik olmadığı kanısındayım.

1 Mayıs 2008 Perşembe

Hedef: ''seni seviyorum''


Şirketlerin olduğu gibi bizim de kendimizce hedeflerimiz yok mudur? Vardır tabiiki de mesela iyi bir eğitim görmek, zengin olmak, mutlu bir aileye sahip olmak vs... Bir firmanın sağladığı ürün gibi kendimizi de bir ürün olarak hayal edebiliriz. Karşı cinsi ise hedef müşteri olarak ele alalım.. Önce kendimizle ilgili fikirleri toplarız. Bunlar:



  • -saç rengini değiştirme

  • -kıyafet tarzını değiştirme

  • -uygun beden ölçülerine sahip olabilme

  • -hareket ve davranışlarımızda bulunmak istediğin statüye göre yönelme

  • -iyi bir eğitime sahip olma...

olabilir. Tabiiki bunların hepsini kendimizde uygulamak zor gelebilir onun için bizim şartlarımıza en uygun olanlarını seçeriz, diğerlerini eleriz.Örneğin; saç rengini değiştirmek ve kıyafet tarzını değiştirmek...Karşı cinsin gözüne girebilmek için bir insanın en çok fedakarlık gösterdiği şeylerdir.Bu aşamadan sonra seçtiğimiz fikirler üstüne daha da gideriz. Hangi saç rengini-stilini, hangi tarz giyinmeyi, hangi markayı daha çok sever gibi...Bunları en ince ayrıntısına kadar düşündükten sonra kendimiz üzerinde uygularız. Uygulama sonucunda geldik test aşamasına.Onun bulunduğu ortamlarda başlarız boy göstermeye. Baktık bize olan ilgi arttı, konuşmalar sıklaştı, beraber yemeğe gidelim gibi teklifler ortaya atılmaya başladıysa karşı cins memnun kalmış diyebilirz. Böylelikle kendimize yeni bir tarz oluşturmuş olup, bu tarzı da sabitleriz karşı cinsin zevkleri değişene kadar. Eğer bunların sonucunda sevgili olunduysa ne ala... yani hedefimize ulaşmışız demektir...:)

13 Nisan 2008 Pazar

İzleyiciye 5 kat daha uzun süreli etki yapan reklam 'Domestos güçlü etki'


Herkesin dilinde kötüyüm ben kötüyüm sözleri...Domestos reklamlarının sevimsiz ama bir okadar da dikkat çeken reklam kahramanı yaratığımız. Kendisinin gerçekten de kötü bir görünümü olmasına rağmen izleyicinin söylediği sözlerle ve hareketleriyle ilgisini çekmeyi başarıp, reklamı izlenebilir hale getiriyor. Oysaki çok sıradan bir reklam. Maliyeti göründüğü gibi gayet düşük olmalı...Beyaz bir arka fon kocaman bir domestos ve yaratığımız...
Mesaj bu reklamda ilgi çekilecek duruma getirilip insanların gözü önüne seriliyor. Mikropların sağlığa zararlı oldunu ayrıca ne gibi hastalıklar yapabileceğini şarkı haline getirerek insan beyninde kalıcı etkiler bırakıyor.Reklamda ana mesajından sapacak herhangi bir görsel etki söz konusu değil. Mikrobun Domestos'la yok edilebileceğini ve diğer ürünlerden daha uzun süreli olduğunu izleyiciye yansıtıyor.Ayrıca reklamda çok fazla müşteri kitlesi sınırlaması da getirmemiş.Her temizliğe ve sağlığa önem veren insana hitab eden bir reklam ki bu da büyük bir müşteri kitlesi. Çoğu izlediğimiz maliyetli ve bir okadar saçma, ürünle alakasız olan reklamların aksine gayet eğlenceli bir reklam olmuş..

5 Nisan 2008 Cumartesi

Light kolalar ölmez, sadece isim değiştirir!

Şu günlerde Pepsi ve Coca Cola arasındaki kıyasıya rekabet, şekersiz ürünleri Max ve Zero arasında iyice kızıştı. İlk önce Pepsi Max'i içmeyi, Aysun Kayacı'yla öpüşmekle eş tuttu. Ardından Coca Cola Zero'yu tanıttı ve Uğur Yücel'li reklam serilerine başladı. Bugünse kafamızı nereye çevirsek Coca Cola Zero afişlerini görüyoruz. Peki ne oldu da yıllardır bildiğimiz Diet Pepsi ve Coca Cola Light sadece isim ve kutu değiştirerek önümüze sunuldu? Bu durumun en büyük nedeni olarak Türkiye'de erkeklerin "light" ya da "diet" ürün tüketmeyi erkekliklerine yedirememeleri gösteriliyor. Başka bir deyişle erkekler light kola isterken zorlanıyorlar. Aslında bugüne kadar ki reklam filmlerine bakarsak bunun pekte yanlış olduğu söylenemez. Coca Cola Light reklamlarında mafya - sert erkek figürü çiziyor ve onlara Coca Cola Zero içiriyor. Keza Pepsi Max'te de ürünü tüketenler hep erkek ve ödülleri de hep Aysun Kayacı. Anlaşılan bu iki büyük firma bayanları çantada keklik görüp, erkeklere oynuyor. Light ürünler yeni isimleriyle başarılı olur mu bilinmez ancak bilinen o ki light kolalar, normal kolaya göre çok daha zararlı.

Yeni Ford Focus'a ...

http://www.youtube.com/watch?v=w4y272NI7J8
öncelikle reklamı izlemeyenler için bu link e bakmalarını rica ediyorum.

Araba reklamı dendiği zaman lastik,far,direksyon,boş yollar,virajlar,hız gösterileri, güvenlik,sağlam yol tutuş sloganlarına o kadar alışmışım ki bu reklamı görünce hayran kalmıştım.Klasik araba reklamlarının o kadar dışında ki... Özellikle de bir bayan sürücü olarak amacım sadece ulaşımımı sağlamakken arabalara ve markaya saygım arttı.

Yeni modelin Pazarlaması için seçilen yöntem o kadar saygın ve yaratıcı ki.Farklı bir bakış açısıyla bir arabanın parçalarının ne kadar işlevsel olabileceğini göstermişler bizlere.Yeni Focus`un benim ilgimi çeken reklam filminin oluşum hikayesi ''Aracınızın her parçası yeniden yorumlandı” fikri üzerinden ilerlemiş. 22 kişilik dizayn ekibi ile yaklaşık 7 hafta süren bir çalışma sonrasında, Focus`un 21 orjinal parçasından oluşturulan ve gerçekten çalınabilen enstrümanlar yapıldı. Örneğin aracımızın şanzımanı ve motor kaputunun kenar kısımları ile gerçek bas gitar ve piano telleri eklenerek yapılmış.

Bu enstrümanların yarattığı müziğin, harmoni ana fikrini çok güzel aktardığını;reklamı izlerken arabanın fiyatı,özellikleri yerine markanın pazarlama anlayışlarının paraya endeksli olmadığı, başarılı, yaratıcı, şık bir markanın akıllara geldiğini ve markanın imajını yükseltmeyi başardıklarını düşünüyorum.

Ve tebrik ediyorum...

NAME YOUR PORSCHE

Porsche markası “Name Your Porsche (Porsche’ne isim koy) adlı yeni hizmeti ile son zamanların alışıldık marka kimlik stratejilerine, otomotiv sektöründen güçlü bir örnek sundu. Artık, Porsche sahipleri araçlarına istedikleri kimliği verebilecekler. Normalde model isminin yer aldığı bölüm, bu hizmet ile yerini sahibinin; ismine, şirketine, sevgilisine hatta belki de kedisinin ismine bırakacak. Ayrıca, seçilen kelimeler Porsche markasının orjinal fontunda olacağı gibi isteğe göre siyah, gri, krom ya da altın olabiliyor. Name Your Porsche.com adlı sitede hizmet hakkında detaylı fiyatlandırma yapılıyor olmasına rağmen, yaklaşık beş harflik bir kelime 375€ ‘dan harf sayısının artması ve özel seçimlere göre 900€ ‘ lara kadar çıkıyor. Dünya genelinde tüm Porsche sahipleri buradan sipariş verebiliyor.
Aslında çoğumuz araçların belli bölgelerine modifiye edilen, kimlik kazandırılan kelimelere alışığız. Hatta bir dönem araçların arkalarına yazılan yazıların arkadaş sohbetleri arasında kahkahalara sebep olduğunu da yaşamışlığımız var. Sayılı olsa da plakalarına isim yazdıranları da biliyoruz. Fakat Porsche gibi bir marka kendi müşterilerine bu fırsatı sunuyorsa, söz konusu alışkanlıklar yerini bireysel gösterişe bırakıyor. Aslında amaç da bu! Tabii böyle bir etkiye tepkiler hep aynı olmak zorunda değildir. Mesela İstanbul’da ” Kro ya da Görmemiş” iken, Las Vegas’ da “Cool” olabilirsiniz:)

2 Nisan 2008 Çarşamba

TÜRKİYE'DE PAZARLAMA

Pazarlamayla ilgili bir sürü kavram görmekteyiz. Fakat Türkiye’de pazarlamanın önemi ne kadar biliniyor ve kurumlarca ne derecede düzgün uygulanıyor?

Aslında her konuda potansiyeli çok yüksek bir millet olduğumuzu düşünüyorum. Fakat hemen hemen her konuda da kolaya kaçmayı seviyoruz. Bundan pazarlamada haliyle nasibini alıyor. Müşteri odaklı düşünmek yerine ,’Kaynağımı buldum ürettim, bir şekilde satarım.’ mantığı egemen bizim üreticimizde. Böyle bir mantalitenin pazarlamaya yaklaşımını tartışmıyorum bile. Bu yaklaşımın sonucunda da ne üretirsem satarım mantığı tutmuyor.

Günümüz Türkiye’sinde artık ‘rekabet’ ön planda ve olmazsa olmazlardan birisi. Belki eski zamanlarda bu yaklaşımın geçerliliğinden söz edebilirdik. Ama artık çağımızin gerektirdiği adımları atmamız gerektiğini düşünüyorum. Eğer atmazsak böyle bir rekabet ortamında pek şansımız olacağınıda zannetmiyorum. Pazarlamaya önem vermeyen birçok şirket zarar etme ve hatta piyasadan silinme riskini göz önünde bulundurmalıdır.

Ülkemizde aslında alınacak ürünü incelemek yerine, eş dosttan duyulanlar her zaman daha önemli oluyor. Bu noktada pazarlamanın önemini anlıyoruz. Bu da etkili bir pazarlamanın kalite açısından çok ta yüksek standartlarda olmayan bir ürünü bile sattıracağını gösteriyor. Bu ele alabileceğimiz en basit örnek fakat birçok firma bunu bile yapmaktan aciz. Türkiye’de ancak büyük ve kurumsallaşmış şirketlerin yaptığı pazarlamaya ‘etkin’ sıfatını ekleyebiliyoruz. Çünkü bu şirketler altyapılarını oturmuş olup, pazarlamanın şirketlerinin geleceğine ayna tuttuğunun da farkındadırlar.


Global dünyada artık kıtalararası bir rekabet hakim ve firmalar pazarlamayı o kadar etkili bir biçimde yapıyorlar ki dünya pazarında rekabet edebiliyorlar. Türkiye ise anca kendi ürünlerini yurtdışına başka şirketlerin etiketi altına girmek koşuluyla pazarlayabiliyor. Bu nedenle üstündeki isim bizim olmadıktan sonra pazarlanan ürünlerin hiçbir anlamı kalmıyor.

31 Mart 2008 Pazartesi

Önce Yol ve Su, Sonra Kapsama Alanı!


Turkcell’in tarife yumurtlayan tavuk reklamı ilk çıktığında bana çok sempatik ve yaratıcı gelmişti. Eminim birçok kişide de aynı izlenimi bırakmıştır. Zaten firmada reklamın hoşluğundan etkili bir biçimde yararlandı ve versiyonlarını görmüş olduk kısa süre içinde.

Cellocan’ların tatlılığına diyecek birşeyim yok, gayet sevimliler ve kendilerini izlettirmeyi başarıyorlar. Fakat son çıkan reklamlarının aynı izlenimi yarattığını söyleyemeyeceğim.
Köylerimizdeki kapsama alanının genişliğini belirtmek amaçlı bir reklam. Ama nedense izlediğimde bende bıraktığı izlenim kapsama alanı olmuyor. Aksine reklamın övünülecek tarafından çok, eleştirilecek tarafları olduğunu düşünüyorum.

Ülkemizin eğitim, kültür ve ekonomik seviyesini ele alacak olursak, reklamda insanların birbirleriyle yaptıkları telefon konuşmalarını pek sempatik bulamıyorum.. Ekonomik seviyesi düşük insanlarda görmeye alışık olduğumuz son model cep telefonları sınıf atlamanın en kolay ve en ucuz yolu bu kesimin gözünde. Ayrıca yapılan telefon konuşmaları da komik gelmiştir bana hep.Özellikle otobüslerde gördüğüm eve alınacak ekmek sayısının komik bir şekilde cep telefonuyla belirlenmesi gibi bir durum söz konusu bu reklamda. Reklamın çekildiği yerde yaşayan insanların düzgün yolları suları yok ama cep telefonu şebekeleri var.

Bu durum üniversitelerin çalışmalarına bile konu oluyor. Küreselleşme, iletişim teknolojilerinin hızlı gelişmesini ve yaygınlaşmasını sağlıyor. Ancak eşitsiz ve dengesiz olan bu gelişme, özellikle az gelişmiş ülkelerde çelişkiler ortaya çıkarıyor. Kırsal kesimlerde artan yoksulluğa, işsizliğe, güvencesizliğe rağmen, bazı iletişim teknolojileri son derece hızla yaygınlaşıyor. Örneğin, araştırma kapsamında görüşülen köylülerin yüzde 82’sinin cep telefonu, yüzde 16’sının uydu anteni var. Ancak, bunların çoğunun hiçbir sosyal güvencesi yok. Hatta bazılarının yaşadıkları köylerde yol ve su bile bulunmuyor.Reklamda mizah olarak ön plana çkarılan konuya ,ben bu ülkede yaşayan birisi olarak tebessüm edemiyorum.

Tabiki firmalar kendilerini, ulaştıkları yerleri genişletmeye çalışacaklar,bu işlerinin bir parçası ama bu reklamın içeriğinden duyduğum hoşnutsuzluğu gidermeye yetmiyor. Avea’nın kapsama alanı reklamını Turkcell’in reklamına göre daha mantıklı bir reklam olarak görüyorum. Birçok kampanyada farklı konseptte reklamlar kullanan ve yeterince başarılı olan Turkcell’in bu reklamının firma adına çok stratejik bir konumda olmadığnı düşünüyorum.

9 Mart 2008 Pazar

Patates Cipsi Savaşları - Çıtır Ayşe, Ayşe Teyze'ye karşı

Ayşe Elmacı, nam-ı değer Ayşe Teyze 2003 yılında konuk oldu evlerimize. Patates diyarı Ödemiş'te bir turşu fabrikasında işçiyken, birgün köye gelen reklamcılar sayesinde hayatı değişti ve reklam yıldızı oldu. Sevimli şivesiyle, içten gülüşüyle, "yiyin gari" demesiyle kendisini Türk halkına sevdirmesi çok zor olmadı. Lays'in patateslerinin saflığının, doğallığının, tazeliğinin simgesi oldu adeta. Firma da Ayşe Teyze'nin performansından memnun kalmış olacak ki, 2008'e geldiğimizde hala beraber çalışmaya devam ediyorlar.

Ne var ki FritoLay'in Türkiye cips pazarında ki en ciddi rakibi Kar Gıda'ya ait Lays'in ikame ürünü, Cipso da reklamlarında bir "Ayşe" figürü kullanmaya başladı. Cipso'nun reklamında da olaylar köy yerinde geçse de, kullandıkları "Çıtır Ayşe" daha çok Ayşe Teyze'mizin gençlik yıllarını andırmakta.
Cipso, kendi ürününden önce Lays'i akla getiren, soğuk esprilerle bezenmiş reklam stratejisiyle ne kadar başarılı olur bilinmez ancak bir izleyici ve tüketici olarak kendi görüşüm, bu tarz taklit reklamların aslını yaşatığı görüşünde.

4 Mart 2008 Salı

reCİKS

Yaşamdan bir şeyler olması benim için daha önemli en azından hepimizin yaşayabileceği olaylara karşı daha dikkatli olmamıza, aklımızın bi köşesinde kalmasına yardımcı olur. Hepimiz aynı okulun öğrencileriyiz ama ne yazık ki genelin çizdiği imajın altında kalıyoruz. Okulumuz etrafındaki şık yerlerinde bu imaj kaynaklı pazarlama yöntemlerindeki değişiklikler rahatsız edici. Önümdeki örneği de sizle paylaşmam gerek tabii. İzmir'de yaşayan çoğu insan Reci's restaurantının adını,sistemini,kalitesini ve fiyatlarını az çok bilir ve buna güvenerek orayı seçerler. Biz de o yolu izlemiştik ama karşılaştığımız şeyler karşısında imajın işletmelerin kendilerini pazarlama sistemlerinde değişikliğe gittiklerini gördük. Örneğin; Reci's in Göztepe şubesinde en basitinden bir kolanın fiyatı normale göre pahalı da olsa miktarı az değil ama Balçovadaki şubelerinde bu da yok. Aynı zamanda hizmette de farklılık söz konusu; bahsettiğimiz şubedeki garsonlar müşterilerin bilgilerini kendilerine göre ölçmeye yeltenecek hatta cevapları beğenmeyecek kadar ukalaca bir tavır içindeler. Bu imajın etkilerini sanırım iki tarafta fazlasıyla görüyor. Reci's beklediği ilgiyi göremiyor, bizler de bu sevdiğimiz mekandan istediğimiz ve beklediğimiz keyfi alamıyoruz.

2 Mart 2008 Pazar

Pepsi Max

"Hayatını Maksimum Yaşa" sloganıyla Pepsi Max adından söz ettirmeyi başardı. Tabi bu başarıda Aysun Kayacı'nın payını da yadırgamamak lazım. Pepsi Max şeker içermiyor, cola pazarında şekersiz ilk maksimum cola tadını vererek bir devrimi başlatmıştır. Reklam filminden de anlaşılacağı üzere Pepsi Max hedef kitle olarak hayattan tat almayı amaçlayan erkekleri gözönüne alıyor. Görsel anlamda da bunu siyah açma halkası, koyu mavi ve siyah ambalıjıyla da kanıtlıyor. Kampanyanın etkili olmasında öpüşmek, güzellik, dudak gibi öğeler hedef kitleyi tavlama açısından muazzam bir şekilde kullanılmış. Aysun Kayacı da işin hakkını vermiş. Fakat dikkatimi çeken bir şey oldu. Bugüne kadar light ürünler hep kadınlara yönelik piyasaya sürülmüştür. Örneğin Eti form reklamları kadının günlük yaşamında da formda kalmasını vurgulamıştır. İlk kez light bir ürünün erkeklere yönelik yapıldığını görüyorum. Pepsi Max'ı Türkiye'ye getirirken erkeklere oynayıp kızlar zaten içer düşüncesi hakim gibi. Bu açıdan reklam evet çok ses uyandırdı ama çok fazla bir etki yaratıcağını kendi adıma düşünmüyorum. Bu arada Pepsi Max'ın son reklamında başarıyla rol alan Aysel Gürel'i rahmetle anıyoruz.

23 Şubat 2008 Cumartesi

:)

BA 216 dersi vesilesiyle açtığım bloga ilk yazımı yazmak niyetindeydim ama henüz uygun bir konu bulamadım en yakın zamanda görüşmek dileğiyle...

18 Şubat 2008 Pazartesi

Denem 2

2. deneme yazısı...
blog öğreniyorum =)

Deneme 1

Gene Blog Öğreniyorum =)