22 Mayıs 2008 Perşembe

Şimdi reklamlar...

Bir ürünün reklamlarında ne kadar en çok ürüne önem vermeliyiz? Yani bir reklamda amaç sadece ürünü tanıtmak mı? Ben bu fikre açıkçası katılmıyorum.Bir reklam izlenebilir olmalı ki ürün de o sayede insanların hafızasına kazınsın. İki işi aynı anda yapabilen bir reklam olursa işte bu başarılı bir reklam olmuş diyebiliriz. Mesela uzun bir süre yayına verilmiş bir reklamıbir süre sonra tekrar vizyona belli bölümlerini keserek ekrana getirmeyi de yanlış buluyorum.burda insanlara her ne kadar o reklamı hatırlatmaya yetecek kadar görüntü koyup fazla masraftan kaçınsalar da bu markayı yeni tanıyacak bir izleyici için etkisiz bir unsur olmakta kalır. hatta bence markayı bilen bir izleyici bile sadece ürün adını belirten bir reklamı izlemek yerine kanalı değiştirmeyi tercih eder. peki ya iyi reklam nasıldır? Eğlenceli olmalı, güldürmeli, coşturmalı, insanda tekrar izleme isteği uyandırmalı,ürünü merak ettirmeli, kısacası reklamamacına ulaşmalı...Ayrıca ne çok uzun ne de çok kısa olmalı. uzun olmamalı sonuçta bir film tadı veren reklam üst üste izleyince sıkmaya başlar. Çok kısa olmamalı çünkü kısa reklamda sadece ürün adını tanıtmakla kalırsın ki bunu zaten öğrenmek isteyen bir insan her yerden öğrenebilir. Bir reklam eğer televizyon vs.. gibi görsel alanda sergilenecek bir reklamsa bence bunun avantajları kullanılmalı.

Örneğin yıllar geçse en akılda kalan reklamlardan biri bence Banu Alkan'lı ixir reklamı. Ama Ixir şu anda yok. Reklam adına çok başarılı hatırlanıyor ama kendisi son derece başarısız bir operasyon oldu.Keşke reklamları kadar ürün de etkili olabilseydi. Çünkü tüm Türkiye o yıllar Ixir reklamlarını konuşur olmuştu. İnternet bağlantısı sağlayan bir ürün ancak bu kadar güzel pazarlanabilirdi. Malesef bu tür ürünlerin yerini ilerleyen zamanlarda adsl in alması markayı sadece reklamlarıyla hatırlanacak bir isim haline getirdi.

Yabancı yatırımcılar ve MIŞ gibi yapmanın yararları

Ülkemizde bir çok insan ülkemize gelen yabancı markaların yurtdışındaki yapılarını,fiyat politikalarını ve imajlarını bilmiyor.Yabancı firmalarda hem ülkemizin ekonomik yapısından hem de insanlarımızn bilinçli olmamasından faydalanarak fiyatlarını ve imajlarını bu doğrultuda yükseltiyorlar. Tıpkı Marks&Spencer, GAP and Starbucks gibi.Biz bu konumuzu Starbucks adı altında örneklendirelim. O da bunu yapan yabancı yatırımcılardan birisi. Ülkemize ilk geldiğinde TC.’nin en büyük şehrinde yani sadece İstanbul’da açılmıştı ve ülkenin diğer şehirlerinde çok tanınmıyordu ama duyan ve bilenlerin anlatmalarıyla Starbucks imajı kafalarda şekilleniyordu. Neydi, nasıldı bu imaj? İlk önce çoğu insanın erişilmez,kolay kolay gidilemezmiş gibi algılamasını sağladı Starbucks. Bir süre de bunu korudu.Bu koruma süresinde kendini güçlü göstereyim derken halkın sadece üst sınıfına hitap eder oldu. Daha sonra insanlar gözlerini karartıp bir kerede olsa gidelim diyerek gittiler ve abartılmaması gerektiğini gördüler. Eş zamanlı olarak Starbucks’ın birbirine yakın yerlerde şubelerini çoğaltması insanların daha günlük bir mekan gibi algılamaya başlamalarını sağlattı. Böylece Türkiye pazarına ilk girdiği zamandaki imajını kendi eliyle yıktı. Başka bir açıdan bakarsak, önce pazarın kaymağını yedi şimdi de özüne döndü… Ama fazla uçlara gitmemek koşuluyla –mış gibi yapmanın ne kadar karlı bir hareket olduğunu da gösterdi.

17 Mayıs 2008 Cumartesi

BAŞARIYA DAVET EDEN REKLAMLAR


Son zamanlarda bazı markaları, tüketiciyi başarıya davet eden öykülemeleri, insanların ulaşmayı hedefledikleri hayallerine sahip çıkması gerektiğini vurgulayan mesajları ve tüm bunları yaparken klasik ünlü kullanımını daha da samimileştiren kurgularıyla izlemeye başladık. Kendi alanlarında zirveye oturmuş ünlülerin başarı hikayelerini bizzat kendilerinden dinliyoruz. Bir başkası onlar için konuşmuyor. Sadece reklamın sonunda marka kendi sloganını damgalıyor ve tabi herkesi başarıya davet ediyor. “Onlar yaptı, sen de yapabilirsin. Tek ihtiyacın olan kendine inanman ve hayallerine sahip çıkmandır.” Diyor.
Bu reklamların öncüsü ve hatta kampanyalaşma anlamında en başarılısı; Adidas. Dünya genelinde bilindik, çeşitli branşlarda başarılı sporcuları bir kampanyada kurguluyor. Hepsinin geçmişinde yaşadığı zorlukları kendi ağızlarından, ekrana karikatürize ettikleri görsel sunumla anlattırıyor. Kampanyanın bir de web sitesi mevcut ve devamlı başka bir sporcu kampanyaya dahil ediliyor. Şimdilik aşağıdaki isimlerin videolarını izleyip, hikayelerine şahit oluyoruz. Adidas ise sloganına sahip çıkmayı yine başarıyor. ( Impossible is Nothing )
David Beckham
Lionel Messi
Yelena Isinbayeva
Gilbert Arenas
Allyson Felix
Jeremy Wariner
Jonah Lomu
Saint Margaret’s
Everest Boys
Sachin Tendulkar
Benzer kurguda reklam kampanyası başlatan diğer bir marka ise; Nike. Yine vazgeçemediği sporcu Ronaldinho ile çalışıyor. Yetenekleriyle yeteri kadar gizem ve üne sahip böyle bir futbolcunun aklından geçenleri, kendini olan güvenini ve aslında futbol sahasında tüm yaşadıklarını kendi ağzından dinliyoruz. Tüm gözlerin onu izlediğinin farkında olan futbolcu, herkesi farklı yöne baktırıyorum diyerek, izleyiciyi başarıya davet ediyor.

16 Mayıs 2008 Cuma

Kıran kırana pazarlama yarışı semt pazarlarında

Kültürümüzde pazarın yeri yadırganamayacak kadar büyüktür. Birçok aile, meyve sebze alışverişi için manavdan ziyade hala pazarı tercih ediyor. Gerek tazelik, gerekse de fiyat avantajından dolayı her daim kalabalık olan pazarlar da kıran kırana bir pazarlama savaşı yaşanıyor. Onlarca domates içersinden, kendi domatesini satabilmek için avazı çıktığı kadar bağıranlar, fiyat etiketlerinin üstüne "Pazar güzeli", "En kralı burada" gibi sloganlar ekleyenler, ürününü tadmak helaldir diye tattıranlar... Hepsinin amacı kasalarına biraz daha fazla para koyabilmek. Kimi daha çocuk yaşta, kimiyse teyze, amca. Ancak hepsi adeta pazarlama konusunda uzman. Hemde bugüne kadar pazarlama hakkında tek bir kitap okumamalarına, tek bir ders gormemelerine rağmen. Demek ki hayat sartları bazen insana çok farklı şeyler öğretebiliyor.

Ekonomi üniversitesi öğrencilerinin olmazsa olmaz dert konusu: HELP DESK


Okulumuz kendini pazarlarken kullandığı herkese bir diz üstü bilgisayar fikrini kullanarak çok ilgi çekmişti ama bu güzel, kaliteli,teknolojiye önem veren okul imajı her öğrencinin istisnasız bilgisayarlarıyla sorun yaşamaya başlamasıyla sona erdi.

İlk üçe giren sorunlar:

1-Şarj aletim bozuldu.

2-Bilgisayarımın pili 2 dk.bile dayanmıyor.

3-Bilgisayarım çok çabuk ve gereğinden fazla ısınıyor, ısınmakla kalmayıp birde bana bağırmaya başlıyor. :)


Bunları gördüğü halde öğrencilere işkence yapmaktan zevk alan HELP DESK çalışanları en az üç kere aynı sorunla gitmeden sorununuzu tam olarak çözmüyorlar. Tabi bunun çeşitli nedenleri vardır buna eminiz ama okulumuzun bilgisayar firması ve kendine pay çıkartmak yerine bizi desteklemesi gerekir diye düşünüyorum. Gerçi olayları kendilerine çevirme konusunda başarılılar. Mesela, bilgisayarını okulda tamir ettirmeye kalksan 3 haftadan önce geri gelmiyor tabi bu arada ödevler, bilgisayar ihtiyacı hiç bitmiyor.Bu ihtiyaç yüzünden başka bir yerde tamire versen garantisi iptal oluyor. Hadi sabrettin bekledin ama sonucun garanti olmaması ihtimali hatta bu ihtimalin gerçeğe dönüşmesi daha da acı. Bu yüzden okulumuzun kendini pazarlarken kullandığı yöntemlerin gerçekliğini korumasını, öğrenci odaklı çalışmalarını istiyorum. Her açıdan bir ticarethane gibi değil, bir eğitim kurumu gibi çalışması hem bizim daha çok faydalanmamızı hem de okul hakkındaki fikirlerimizi kötü yönde değiştirmemesini sağlar.

Teşekkürler…

HANİ SÜPERDİK CAN????


Turkcell’in reklam kampanyaları bana hala ilginç gelmeye devam ediyor. Aynı anda yayınlanan reklamlar arasında bu kadar kalite farkı olması gerçekten ilginç bir durum. Bir bebek, bir adam arabanın içinde ve izleyenler olarak bu kişinin çocuğun babası olduğunu düşünüyoruz. ‘Süperiz dimi Can?’ derken ufaklıkta beliren bir surat ifadesi ve ardından gelen ‘Hani süperdik Can?’ cümlesi ve çocuk bezi değiştirmeyi bilmeyen ve tarifini almak üzere telefonuna sarılan bir adam var karşımızda. Çekmeyen bir telefon, bir anda beliren Cellocan’lar ve aralarında da Erol Evgin. Turkcell olmadan hayatın çekilmez olacağını belirten şarkılarıyla. Erol Evgin genelde sempatikliğiyle sevilen bir sanatçıdır. Reklamdaki bebeğimizde öyle. Ne gibi bir konsept yaratılmaya çalışılmış bilmiyorum ama izlerken insanda hiç bir duygu uyandırmayan bir reklam.
Buna karşın Turkcell'in eş zamanlı yayında olan iştecell ve kampuscell reklamları kelimenin tam anlamıyla mükemmel.
Sarp Apak’ın İştecell reklamındaki performansına diyecek söz bulamıyorum. Patronlarımız her zaman tasarruf yapma çabasındadırlar. Bu çabalarını bazen fazlaca abartırlar. Reklamda da bu konu çok sempatik bir biçimde işlenmiş. Çaldır kapat mantalitesi her izlediğimizde tebessümden fazla bir etki yaratıyor. Kampuscell reklamıda aynı başarı seviyesini yakalamış, dikkat çekici ve etkileyici. Yaş seviyesini vurgulanma biçimi çok yaratıcı.
Turkcell markette belli bir yer edinmiş bir firma olarak ya en iyisini yapmalı ya da hiç yapmamalı. Daha önceki kapsama alanı reklamında belirttiğim gibi hiçbir duygu uyandırmayan hatta olumsuz düşünce yaratan reklamlar ,en azından zamanla firmaya olan bakış açımızı değiştirebilecek güçte olmamalılar.

15 Mayıs 2008 Perşembe

Domino's Pizza'dan yeni spam yöntemi

Herşey çokta hoşlanmama rağmen alternatifsizlikten evimin yakınında ki Domino's Pizza'dan ilk kez sipariş vermemle başladı. Telefonda ki görevli müşteri kaydı için önce ismimi ve ev telefonumu, sonra da detaylarıyla adresimi aldı. Evime pizzamın ulaşması için bunlar normal detaylardı. Sipariş faslından sonra beklenen pizza geldi. Yine çok büyük keyif alamadan yemeğimi yedim ve bir daha oradan sipariş vermeme kararımı yineledim. Olaydan yaklaşık bir ay sonra eve geldiğimde posta kutumda Domino's Pizza'dan adıma gönderilmiş bir mektup buldum. İçini açtığımda onları uzun zamandır aramadığımı, bu yüzden çok üzüldüklerini belirten bir karikatür, neden sipariş vermediğime dair bir anket formu ve promosyon fişleri çıktı. Müşteri görüşünü önemsemeleri adına iyi bir taktik diyerek çöpe attım. Aradan 15 gune yakın zaman geçti. Domino's'tan yeni bir mektup posta kutumda belirdi. Bu sefer televizyonlarda da bol bol gördüğümüz 30 dakika da siparişiniz kapınızda temalı reklamın koca bir sayfaya basılmış hali. Yeni promoson fişleri de tabiki de beraberinde. Spam maillara alışmıştım, hatta sırf spamlerden korunmak için yanıltıcı e-mail adresleri bile almıştım ancak mektup yoluyla spamden korunmak için ne yapmam gerektiğine henüz karar veremedim. Bir çok firma faturalarını doğayı korumak adına elektronik ortama aktarırken, Dominos'un bu ısrarcını tüketici olarak etik bulmuyorum. Korkum o ki, yakında sabahtan arayıp, "eğer akşama yemek yapmadıysanız size pizza getirmek istiyoruz" demeleri.

Ergonomik ürün

Son olarak taktığım kelime ergonomik! hem bellona yatak reklamında hem de siemens in son teknoloji buzdolabında rastladım bu kelimeye. Acaba herkes biliyor mu bakalım bu kelimeyi derken siemens reklamındaki balık 5 snlik hafızası da olsa insanları bilgilendirmek için güzel bir soru sordu ve dedi ki:

-Acaba ergonomik ne demek?

Burda reklam senaristi çok iyi düşünmüş.Hem ergonomik in açıklamasını yapıyor hem de siemens buzdolabının ergonomik bir ürün olduğunu ve görsel olarak nasıl ergonomik olduğunu sergiliyor. Ergonomik kullanışlı, kullanımı kolay demek olduğunu 'en çok hangi yiyecek çeşidini kullanıyorsanız onun buzdolabında bulunduğu bölgeyi kendiniz istediğiniz gibi ayarlayabilme özelliği var' diyerek anlatıp, gösteriyor. Daha sonra ürünün diğer özelliklerine devam ediyor daha çok taze tutabilmesi gibi..Ayrıca reklamın daha da ilgi çekmesini sağlamak için herkesin ağzından düşmeyen bir söz eğlenceli hale getirilmiş.reklamın oyuncu balığı ''siemens buzdolabından babam çıksa yerim'' derken , ev sahibimiz buzdolabından büyük bir balık çıkartıyor ve bunu gören küçük balığımız ''aa babaa'' diyor.O anda her ne kadar balığın sözleri ergonomik teriminden daha çok ilgimi çekse de öğreticiliğini de takdir ediyorum. Hem ürünü tanıtıp , hem ergonomik'i anlatıp, hem de reklamı üst üste izletmeyi,izlerken sıkmamayı başaranlardan birisi siemens reklamı diyebiliriz..

Asla daha azıyla yetinme 'Magnum' ye...


Algida Magnum aldı başını gidiyor. Algida dondurma yelpazesinin en şaşalı dondurması magnumun diğer ürünlerine nazaran müşterinin gözünde ve damağında yeri ayrıdır.

Türkiye’de ilk olarak 1994 yılında tüketiciyle buluşan Magnum, özellikle yetişkinler için satışa sunulan ilk çubuklu dondurma oldu.
Bugün Magnum, yılda 1 milyara yakın satış yapan, dünyanın önde gelen dondurma markalarından biri. Magnum Classic, Magnum Badem ise Magnum’un en büyük başarıları arasında yer alıyor.

Tabi bu başarılarının da fiyata yansımasınıyelpazenin en pahalı dondurması olmasından da görebiliyoruz.Peki değmez mi? Tabiiki de değer.Satıldığı fiyatın hakkını veren bir dondurma Magnum. Kaplamasındaki farklı çikolatası ve içindeki Sütlü dondurmasıyla rakiplerine tahtında pek de yol verecek gibi gözükmüyor. Ayrıca Magnum bir farklılık daha ekleyerek daha fazla müşteri kitlesine hitab etmeye başladı Magnum Light' ı çıkararak. Çünkü diyet yapan insanlar çikolatanın kalorili olduğunu bilirler ama sütlü tatlının en hafif tatlı olduğunu düşünerek ayrıca %33 daha az yağ oranını gören diyetteki bir müşteri hiç vakit kaybetmeden ağzının tadını yerine getirmek isteyecektir.


Magnum bununla da kalmadı. Müşterinin ağzında dolanan fikri aldı ve uygulamaya koydu. Sonucunda magnum çikolata ile çikolata
sektörüne girdi. Dondurma sektöründeki başarılarıyla birlikte çikolata sektörüne de girmesi magnumu algidadan ayrı bir marka haline getirdi. eskiden magnum deyince algidanın bir dondurması aklımıza gelirken şimdi ise hem çikolatası hem de dondurmasıyla aklımıza getireceğiz.
Çikolataların fiyatları konusunda ise pek olumlu bakıyorum diyemem. Çünkü parmak kadar çikolatayı 2 milyon ytl ye satmaları çok da memnun edici bir durum değil. Magnum çikolatası diye düşünürsek, pahalı olmasını bekleriz ama okadar küçük bir şey için 2 ytl vermek isteyen insan çok nadirdir. sonuçta dondurması yelpazede en pahalı ürün olmasına rağmen uçuk bir rakam değil. Ve yine de prestijli bir ürün olarak akıllarda kalıyor. bunu düşününce peki neden çikolatada böyle bir tavır sergiledi? bence daha makul bir fiyatla satış yaparsa başta ben olarak çikolata sever müşteri kitlesini azaltmamış olur..


EN SESSİZ!!!




Televizyonda bu aralar Rowenta Silence Force reklamını izlemekteyiz. Süpürge yerine kedinin dilinden çıkan hışırtıyı duyuyoruz.Ve reklamın sonunda firmanın sloganı izleyiciyi etkilemek adına dikkat çekici. İnsan ister istemez merak ediyor. Bu merakımı gidermek adına internetten makinelerin özelliklerine bakmaya karar verdim.Silence Force 66 desibel ses çıkarıyor. Standart elektrik süpürgelerinden tam altı kat daha az ses çıkarıyor ve böylelikle 'en sessiz 'ünvanınıda hak ediyor.Diğer en sessiz makinelerin ses seviyeleri ise en az 70-80 desibel civarında.Geçenlerde de birçoğunu denedikten sonra, Rowenta Silence Force’u da süpürge filomuza kattık. Reklamdaki abartılı sessizlik Silence Force dahil henüz hiçbir makinede olmasada gerçekten etkileyici olduğunu kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Evinizi süpürürken çıkan sesten bunalmayacağınızı garanti edebilirim. Silence Force kadar göz önünde olmasada Philips’in yeni ürünlerinin aynı kalitede olduğunu söyleyebilirim. Philips Marathon’dan çıkan 78 desibellik ses kesinlikle çok fazla değil. Böyle olmasına rağmen herhangi bir pazarlama stratejisinde bulunmamaları ilginç geliyor. Hatta baktığımızda malzeme kalitesinin Rowenta’ya göre daha iyi olduğunu bile söyleyebilirim. Birçok markayı denememize, hatta bu markaların pazarda isim yapmış markalar olmasına rağmen aradığImız kaliteyi bir türlü yakalayamamıştık. Birçok kişinin de bizimle aynı sorunu yaşadığını düşünmekteyim. Yıllardır evimizde en çok değişen alet ünvanını kimseye kaptırmayan elektrik süpürgesi belki bu konumunu bir başkasınarakır.

BİRAZDA BİZDEN...


Mc Donald’s bilindiği üzere dünyanın en büyük restoran zinciri. Bugün 100’den fazla ülkede 30000’den fazla restoran ve 1,5 milyon çalışanıyla hizmet veren, tam anlamıyla dev bir şirket. Hatta öyle bir şirket ki Hamburger Ünivesitesi bile kurmuşlar, yaptığım araştırmalara göre 1990 yılında bu üniversitenin mezun ettiği öğrenci sayısı tam olarak 40000, 2008 yılındaki rakam muhtemelen 50000 civarında. Mc Donald’s deyince herkesin aklına ilk gelen şey muhtemelen Big Mac, bu ürün 1968 yılından bu yana Mc Donald’s restoranlarının menüsünde bulunuyor, kısacası epey eski. Big Mac öyle bir marka olmuş ki, reklama hiç ihtiyacı yok tam tersine artık Mc Donald’s Big Mac’i pek önemsemiyor ki, kendi reklamlarında hep Big Mac yiyorsunuz birazda Quarter Pounder, Mc Nuggets, Mc Turco, Double Cheeseburger yeyin diyor.

Değinmek istediğim konu da burada başlıyor, son günlerde televizyonlarda Mc Donald’s reklamları geziniyor. Reklamlar şöyle; Quarter Pounder nedir?
a-Bir futbolcu
b-Mc Donald’s ın enfes lezzetlerinden sadece biri.
c-vs
d-vs

Sonra ise reklam şöyle ilerliyor, Quarter Pounder nedir biliyorsunuz ama hep Big Mac yiyorsunuz, biz de lezzetliyiz, bizde doyurucuyuz biraz da bizden yiyin. Bu nasıl bir pazarlama stratejisidir soruyorum kendi kendime? Evet Mc Donald’s Big Mac olmasa ne durumda olur bilinmez diğer ürünlerini de ön plana çıkarmak istiyorlar ama bu şekilde olmaz ki bu, dünyada hangi şirket kendi ürünü için resmen tüketmeyin, almayın gibi mesajlar verebilir ki? Benim bu reklamdan anladığım Big Mac almayın oluyor.Böyle bir reklamla karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim ve her izlediğimde de vah diyorum Mc Donald’s a. Aslında şu açıdan düşünecek olursak biraz mantıklı gelebilir, sonuçta Big Mac 1968 yılından beri ön plandaki ürün ama zamanla Burger King ‘in Whopper’ı gibi kuvvetli rakipler kazandı ve muhtemelen “life cycle”ını doldurmuş bir ürün, tıpkı fiil haline gelmiş vim ürününün kaldırılması gibi. Benim görüşüme göre yaptıkları strateji fazlasıyla riskli, ve reklamların yayınlanma sıklığından da anlaşılacağı gibi bu riski almakta hiç tereddüt etmemiş Mc Donald’s. Ortaya çıkabilecek sonuçlar ise muhtemelen şunlar; ya Big Mac’e olan talep bir miktar azalırken istedikleri gibi diğer ürünlere olan talep artacak yada Big Mac’e olan talep azalacak ve diğer ürünlerde değişiklik olmayacak. Kısacası keşke daha risksiz bir pazarlama stratejisi uygulasalardı da Burger King karşısında zar zor ayakta duran Mc Donald’s hedeflerine kolayca ulaşabilseydi…

12 Mayıs 2008 Pazartesi

AŞKIMLA ERİR MİSİN?

Yaz geliyor,dondurmalarımız yavaş yavaş kendini göstermeye başladı.Algida’yı da unutmamak lazım tabi.. Ne yalan söyleyeyim "dondurma" denince aklıma,ev yapımı dondurmalardan önce,beni "aşkıyla eriten" Cornetto geliyor.Çok yakınımızda bir market var,herkesten önce sezonu mutlaka o açar,her sene de Algida en yeni "model"leriyle ilk onda satılmaya başlar.Resmen bekliyorum o buzdolabı çalışmaya başlasın,tepesine fiyat listesi asılsın diye…Buzdolabı fişe takıldığı anda ben her sene olduğu gibi bu sene de dolabın basına dikilicem. Denemediğim tek bir çeşit kaldı mı bilmiyorum,ama Cornetto benim için gelmiş geçmiş en güzel tada sahip dondurma.Geçmişten bu yana,Algida’nın da Cornetto’nun da logosu değişti,ambalajları değişti,daha parlak daha cafcaflı hale geldi,bir de kendine güzel bir slogan edindi..Tam benim gibi Cornetto fanatiklerine yönelik.. "Aşkımla erir misin?"…

11 Mayıs 2008 Pazar

CEM YILMAZ'IN OPET REKLAMLARI


Eminim aklınızda çok değil bir süre önce yayınlanmakta olan Cem Yılmaz’ın OPET reklamları kalmıştır. Çünkü eminimki bir çok insanı gülmekten kırıp geçirmeye yetecek kapasitede reklamlardı. Relamlar seri halinde toplam beş bölümden oluşmaktadır.
Benim en çok güldüğüm bölümü; kahramanlarımız Mike ve Gitt’in, kendilerine gelen yeni görev için Çin´e gittikleri bölümdü. Bu sefer görevleri, Mike´ın üstün hizmetlerinden dolayı yapılması kararlaştırılan oyuncağı için Çin´e gidip kalıbını aldırmaktı...
Opet gayet başarılı bir şekilde reklam kampanyalarında farklılaşarak marka bilinirliğini arttırırken ürün tanıtımını da gayet iyi bir şekilde yapıyor. Bakalım bundan sonraki maceralarda Mike ve Gitt i ne şekilde karşımızda göreceğiz sabırsızlıkla bekliyoruz. Cem yılmaz'ada reklamdaki rahatlığı ve başarısı açısından tekrar hayran kaldığımı söylemeden edemiyeceğim:)

4 Mayıs 2008 Pazar

Ülker ve taklit çikolataları

Ülker, gıda sektöründe 1944 yılından beri var olan köklü bir firma. Gerek bisküvi, gerek çikolata denilince akla gelen ilk isimlerden olduğu şüphesiz. Son yıllar da farklı gıda sektörlerine giriş yapsa da, en yüksek bilinirlik ve tercih edilirlik seviyesi çikolata sektöründe. Ürün çeşitliliğine baktığımızda, klasik sütlü, bitter, fındıklı, gofret gibi çeşitlerin yanında bir de Alpella markası altında ürettiği ürünler var. Ne yazık ki Alpella markası altında ki ürünler genelde ünlü yabancı çikolataların taklidi olmaktan öteye geçemiyor. Örnek vermek gerekirse, Milka M-Joy, kabarık dikdörtgen şekli ve içinde bütün fıstık/fındık/badem bulundurmasıyla tercih edildi. Bu durumun ardından Ülker, Alpella Rio'yu çıkarttı. Gerek şekil olsun, gerek içinde ki malzemenin bütünlüğü olsun birebir aynı. Hatta paketi bile aynı renk ve M-Joy'la kolayca karıştırılabilecek nitelikte. Daha küçük çaplı firmaların yapması bir derece anlaşılabilinirken, Ülker gibi bir markanın artık kendi özgün ürünlerini üretmesi gerektiğine inanan birisi olarak, bu tarz pazarlama tekniklerinin de etik olmadığı kanısındayım.

1 Mayıs 2008 Perşembe

Hedef: ''seni seviyorum''


Şirketlerin olduğu gibi bizim de kendimizce hedeflerimiz yok mudur? Vardır tabiiki de mesela iyi bir eğitim görmek, zengin olmak, mutlu bir aileye sahip olmak vs... Bir firmanın sağladığı ürün gibi kendimizi de bir ürün olarak hayal edebiliriz. Karşı cinsi ise hedef müşteri olarak ele alalım.. Önce kendimizle ilgili fikirleri toplarız. Bunlar:



  • -saç rengini değiştirme

  • -kıyafet tarzını değiştirme

  • -uygun beden ölçülerine sahip olabilme

  • -hareket ve davranışlarımızda bulunmak istediğin statüye göre yönelme

  • -iyi bir eğitime sahip olma...

olabilir. Tabiiki bunların hepsini kendimizde uygulamak zor gelebilir onun için bizim şartlarımıza en uygun olanlarını seçeriz, diğerlerini eleriz.Örneğin; saç rengini değiştirmek ve kıyafet tarzını değiştirmek...Karşı cinsin gözüne girebilmek için bir insanın en çok fedakarlık gösterdiği şeylerdir.Bu aşamadan sonra seçtiğimiz fikirler üstüne daha da gideriz. Hangi saç rengini-stilini, hangi tarz giyinmeyi, hangi markayı daha çok sever gibi...Bunları en ince ayrıntısına kadar düşündükten sonra kendimiz üzerinde uygularız. Uygulama sonucunda geldik test aşamasına.Onun bulunduğu ortamlarda başlarız boy göstermeye. Baktık bize olan ilgi arttı, konuşmalar sıklaştı, beraber yemeğe gidelim gibi teklifler ortaya atılmaya başladıysa karşı cins memnun kalmış diyebilirz. Böylelikle kendimize yeni bir tarz oluşturmuş olup, bu tarzı da sabitleriz karşı cinsin zevkleri değişene kadar. Eğer bunların sonucunda sevgili olunduysa ne ala... yani hedefimize ulaşmışız demektir...:)